İstanbul Sözleşmesi'nin amacı nedir ?

Koray

New member
[color=]İstanbul Sözleşmesi’nin Amacı Nedir? Gerçekleri, Duyguları ve Geleceğiyle Bir Bakış[/color]

Merhaba dostlar,

Forumda son günlerde sıkça denk geldiğim bir soru var: “İstanbul Sözleşmesi’nin amacı neydi, neden bu kadar tartışıldı?” Bu soruya sadece hukuki metinlerle değil, insanların gerçek hayatlarıyla da cevap vermek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu sözleşme, satırlarda değil, evlerin duvarlarında yankılanan bir meseledir.

Bu yazıda sadece bir “belge”den değil, toplumun vicdanını, adalet anlayışını ve eşitlik duygusunu etkileyen bir sözleşmeden bahsedeceğim. Aynı zamanda, erkeklerin stratejik bakışlarını, kadınların empati temelli yaklaşımlarını, bu iki dünyanın nasıl kesişebileceğini de birlikte tartışacağız.

---

[color=]Tarihsel Arka Plan: Bir Sözleşmenin Doğuşu[/color]

İstanbul Sözleşmesi, 2011 yılında Avrupa Konseyi tarafından imzaya açıldı ve adını imzalandığı şehir olan İstanbul’dan aldı. Tam adıyla “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Yani özünde, kadınları ve aile içi şiddete uğrayan herkesi korumayı amaçlar.

Bu sözleşmenin ortaya çıkışı, yalnızca Avrupa’nın değil, dünyanın her yerinde artan kadın cinayetleri, cinsiyete dayalı şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle bağlantılıdır. 1990’lardan itibaren, Birleşmiş Milletler Kadın Statüsü Komisyonu’nun raporları, kadınların her üçünden birinin hayatında en az bir kez şiddete maruz kaldığını gösteriyordu.

2011’de Türkiye’nin öncülük ettiği bu sözleşme, sadece “kadın hakları” değil, “insan hakları” meselesi olarak da görülmeliydi. Çünkü şiddet, cinsiyetten bağımsız olarak toplumun tüm hücrelerini çürütüyordu.

---

[color=]Amaç: Koruma, Önleme, Kovuşturma ve Politika[/color]

Sözleşmenin amacı aslında dört temel başlıkta toplanıyor: koruma, önleme, kovuşturma ve bütüncül politika.

1. Koruma: Şiddete maruz kalan kişilerin güvenliğini sağlamak, sığınma evleri ve danışma merkezleri oluşturmak.

2. Önleme: Eğitim, farkındalık kampanyaları ve toplumsal bilinçle şiddetin ortaya çıkmadan engellenmesi.

3. Kovuşturma: Failin cezasız kalmaması ve adaletin etkin biçimde işlemesi.

4. Politika: Devletlerin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda kalıcı ve kapsayıcı politikalar üretmesi.

Bu dört temel, sadece kadınları değil; çocukları, yaşlıları, LGBTİ bireyleri, hatta erkekleri de korumayı amaçlar. Çünkü aile içi şiddet cinsiyet seçmez, sadece sessizliğe sığınır.

---

[color=]Erkekler, Kadınlar ve Toplumsal Denge[/color]

Forumlarda sık duyduğum bir tartışma vardır: “İstanbul Sözleşmesi sadece kadınları mı koruyor?”

Bu yanlış bir algıdır. Sözleşme, “her bireyin şiddetten uzak bir yaşam hakkı”nı korur. Ancak kadınlara vurgu yapılmasının nedeni, istatistiksel olarak kadınların daha fazla risk altında olmasıdır.

Bu noktada, erkeklerin bakışını stratejik olarak görmek mümkün. Birçok erkek, adaletin eşit ve objektif biçimde işlemesini ister; bu, toplum düzeninin sürdürülebilmesi açısından stratejik bir düşüncedir. Kadınların bakış açısı ise daha çok empatiye ve topluluk bilincine dayanır; onlar, bir kişinin acısının hepimizi ilgilendirdiğini hisseder.

Bu iki yaklaşım aslında birbirini tamamlar. Erkeklerin çözüm odaklı aklı ile kadınların ilişkisel duyarlılığı birleştiğinde, şiddetsiz bir toplum için güçlü bir zemin oluşur.

---

[color=]Toplumsal ve Kültürel Etkiler[/color]

İstanbul Sözleşmesi’nin kabulü, toplumlarda cinsiyet rollerinin tartışılmasını hızlandırdı.

Birçok kültürde erkeklik, “koruyucu” ve “otoriter” bir role sıkıştırılmıştır. Bu kalıplar, hem erkekler hem de kadınlar üzerinde baskı yaratır. Erkek, duygusunu bastırdığında; kadın, sesini duyuramadığında şiddet döngüsü başlar.

Psikolog Brené Brown’un araştırmalarına göre, “Empati eksikliği, toplumun duygusal bağlarını koparır.” İşte İstanbul Sözleşmesi, tam da bu noktada devreye girer: İnsanları yalnızca yasal güvenceye değil, duygusal farkındalığa da davet eder.

Bu yönüyle sözleşme, yalnızca hukuk metni değil, kültürel dönüşüm aracıdır. Eğitimden medyaya, iş yaşamından aile yapısına kadar birçok alanı etkiler.

---

[color=]Ekonomik ve Bilimsel Boyutlar[/color]

Kadına yönelik şiddetin ekonomik maliyeti, birçok ülkenin GSYİH’sının %2’sine denk geliyor. Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye’de kadına yönelik şiddet nedeniyle yılda yaklaşık 5 milyar dolarlık iş gücü kaybı yaşanıyor.

Ayrıca bilimsel araştırmalar, şiddet ortamında büyüyen çocukların ileriki yaşlarda travma, depresyon ve öğrenme güçlüğü yaşama olasılığının 3 kat arttığını gösteriyor. Yani İstanbul Sözleşmesi sadece “kadın haklarını” değil, toplumun sürdürülebilirliğini de koruyor.

---

[color=]Geleceğe Bakış: Tartışmaların Ötesinde Bir Umut[/color]

Bugün sözleşmeden çekilen ülkeler olduğu gibi, yeniden tartışmaya açan toplumlar da var. Ancak asıl mesele şu: Bu belge, imzalanmış olsun ya da olmasın, artık bir farkındalık yaratmıştır.

Toplumlar artık şiddeti “özel mesele” olarak değil, kamusal bir sorun olarak görüyor. Bu bile büyük bir ilerlemedir. Gelecekte İstanbul Sözleşmesi, yalnızca bir hukuk metni değil, eğitim sistemine, sağlık politikalarına, medya diline yansıyan bir etik kod haline gelebilir.

Erkeklerin duygularını bastırmadan, kadınların mücadele etmek zorunda kalmadan, herkesin huzur içinde yaşayabildiği bir toplum... Belki de sözleşmenin asıl amacı tam olarak budur.

---

[color=]Sana Soru: Sözleşme Kâğıtta mı Başlar, Kalpte mi?[/color]

Son olarak şunu sormak istiyorum:

Bir toplumun vicdanını koruyan şey, bir imza mı, yoksa o imzanın arkasındaki inanç mı?

İstanbul Sözleşmesi’ni sadece bir belge olarak görmek kolay; ama onu yaşatan şey, insanların adalet duygusudur.

Belki de hepimizin yapması gereken, sözleşmeyi ezberlemek değil, yaşatmaktır.

Çünkü şiddetsiz bir gelecek sadece devletlerin değil, hepimizin sorumluluğudur.

Peki sizce, bir toplumun dilinde “eşitlik” kelimesi ne zaman doğal hale gelir?

Yorumlarda buluşalım; çünkü her fikir, bu konunun bir parçasıdır.